2012 Yazı Çok Sıcaktı

İnanamıyorum, yazmaya başlamadan evde kurşun kalem vardır umarım diye aranırken hem kurşun kalem, hem silgi hem de kalemtraş buldum. Oldum olası kurşun kalemle yazmaya bayılırım, silinebiliyor olması çok önemli, yazılarımda karalama olmuyor o zaman, bir de kağıdın üstünde dans edereken çıkardığı ses, tek kötü tarafı elim çabuk yoruluyor. Yazları 2-3 günlük kaçamaklar şeklinde İstanbul’un keşmekeşinden kurtulabildiğim Saroz’daki evimizde, çocuklarıma ve yeğenlerime rağmen kurşun kalem ve yandaşlarını bulmanın sevinciyle, yazmaya büyük bir enerji ile başlamış bulunuyorum.
2012 yazı, hayatımda bu kadar çok değişikliğin olduğu 2-3 mevsimden biri oldu. Yazları çok severim zaten, ama bu yaz pek çok güzel heyecenı bir arada yaşayınca daha da bir anlam kazandı.

Yazıma başlamadan ve kalem aramadan önce kendime, taze toplanmış domates, fesleğen ve sarımsak ile müthiş bir salata yaptım, biraz önce tarladan bizzat seçip aldığım karpuzu dilimleyip buzdolabına koydum. Yani hazırım. Bunları yazarken salatamı yarıladım bile, kahvem de mis gibi koktu.

Yaklaşık üç haftadır denizle buluşmaya çalışıyorum. Bayramda dört gün onunla her anımızı birlikte geçirmemize rağmen döneli daha iki gün olmadan beni yine çağırdı ‘gelmelisin geri, sen en mutlu burada benim yanımdasın, lütfen arayı açma hep gel ‘ diye. Gerçekten de kızlarımdan sonra kendimi yanında en iyi hissettiğim varlık deniz. Onunla kucaklaştık mı herşey iyileşiyor. Özlemler, beklentiler, üzüntüler, hayal kırıklıkları ... Onun mavi sonsuzluğunda tüm karmaşık duygular yok oluyor, mavi bir huzur kaplıyor her bir hücremi. Üstüne üstlük bir de balıklarla karşılaşıp onlarla yüzmek keyfi ikiye katlıyor.

Bayramdan sonra maalesef denizin çağrılarına cevap veremedim, ondan sonra ki haftada. Nerdeyse bu hafta da veremiyecektim. Dün tam yola çıkarken annemin çok halsiz olduğunu ve aslında benimle gelmek istemediğini fark ettim. Bütün gün annemle oturdum. Bu sabah yeğenimi havaalanına bırakır bırakmaz yola çıktım ve sabah erken saatte denizle buluşabildim. Uzun bir yüzme faslından sonra kıyıda uyuyakalmışım. Rüyamda Nazlı’cığımı görüyorum, mezuniyetini. Canım kızım Türkiye’nin en iyi okullarından birincilikle mezun olduktan sonra dünyanın en iyi okulunu kazandı ve dört yıl nasıl geçti anlayamadan ekonomist olarak mezun oldu. Mini minnacık kızım hangi ara böyle büyüdü, o büyürken neler yaşadık aslında, kısa gibi gelse de içinden bir kaç roman çıkar.

Kızlarım aslında çok iyi birer doktor olabilirlerdi, karakter yapıları ve kalpleri doktor olmaya çok uygundu, hatta kadın cerrah bile olabilirlerdi ancak pek çok genç gibi onlarda bu yolu seçmedi. Ülkemizde kaliteli sağlık hizmetinin verileceği koşullar oluşturulmadan, politika gereği tıbbi hata sigortasının zorunlu hale gelmesi ve hekimlerin tıbbi hatalar için ağır bedeller ödemeye başlaması, hasta ve hasta yakınlarının bilinçli politikalarla hekim düşmanı haline getirilmeleri gibi nedenlerle kızım bu mesleği seçmedi. Bu kadar fedakarca çalış, gecen gündüzün, hayatın hastaların olsun, sonra karşılığında ağır bedeller öde, aşağılan, olacak iş değil, bizler hastalarımızla güzel günler geçirebildik şükür ama genç hekimlere acıyorum doğrusu. Bu kaotik, duygusuz ortamda böyle ulvi bir görevi nasıl yerine getirecekler, gönül yorgunluğunu giderecek enerjiyi nereden bulacaklar bilemiyorum.

Nazlı’cığımın mezuniyetine bütün aile nedense farklı zamanlarda gittik. Küçük kızım benden bir kaç gün önce uçtu ablasının yanına, ben törenler başlamadan bir gün önce , babaları da törenlerin başladığı birinci gün ulaştık kızımın yanına. Farkında olmadan akşam inen uçaktan bilet almışım, gece ikide otele vardım. Kongreler dışında ilk kez bir otel odasının kapısını tek başıma açtım. Sanırım bu beni bekleyen yalnızlığın ilk işareti idi. Yok aslında bunu ilk kez markette sepete dört kutu süt koyup sonra üçünü geri koyduğumda hissetmiştim, tam küçük kızımın üniversite de okumaya gideceği günden iki gün önceydi. Son süt canavarı da yuvadan uçuyordu artık, bu kadar sütü ne yapacaktım, bozulurdu beklerken. Yalnızlığı severim, yapacak çok işim olur, yalnızlık aynı zamanda özgürlük de! Ama hep yalnızlık nasıl bir şey acaba? Ben de annemin kaderini mi yaşayacağım? Annem babamdan ayrıldıktan sonra bir daha hayatına ciddi anlamda hiç kimseyi sokmadı. Hep yalnız yaşadı. Bizimle olmadığı zamanlarda arkadaşları dostlarıyla olurdu ama eve döndüğünde hep yalnızdı. Anneme bunu hep sormak istememe rağmen hiç soramadım. Artık çok yaşlandı, sormanın da bir alemi kalmadı. Muhtemelen yalnız yaşamış olduğunu bile zaman zaman unutuyordur, hatırlatmaya gerek yok.

Otele yerleştim, kızlarımla telefonda konuştum,hala yatmamışlar, heyecandan uyuyamıyorum, derken kapı çalıyor, kızlar kapıda, sarılıyoruz ve hep birlikte yataga giriyoruz, koyu bir sohbete dalıyoruz.. Yarın Nazo’mun mezuniyet törenleri başlayacak. Kimbilir cüppe ve kep kızıma ne çok yakışacak yine, lise mezuniyetinde de çok yakışmıştı. Hele sınıf birincisi olarak 120 kişilik öğrenci sırasının en önünde zarif , mutlu ve gururlu yürüyüşü muhteşemdi. Onu seyrederken hüngür hüngür ağalamıştım,ben mutlu olunca hüngür hüngür ağlarım, üzüldüğümde donar kalırım genelde.

Sohbet iyice koyulaşıyor ve bizi uyutuyor sonunda. Ertesi gün telefonumun alarmı ile uyandık. Hemen hazırlandım ,kızlar ‘ hadi hemen gidelim biz de giyeneceğiz’ dediler ve taksiye atlayıp kampüse gittik..Gün, mezuniyet öncesi hazırlıklarla geçti, biraz da Nazlı’nın odasını paketlemeye başladık. Akşam otele döndüm, kızlar babalarını beklemek üzere kampüste kaldılar.

Bu akşam nedense çok heyecanlıyım, uyuyamıyorum. Sanırım bu heyecanım ve tedirginliğim sadece Nazlı’nın mezuniyetinden değil, biraz da oniki yıl sonra çekirdek ailenin yeniden bir araya geliyor olmasıyla da ilgili. Eski eşime yani çocuklarımın babasına karşı hiçbir duygum yok, ne sevgi , ne öfke, ne nefret hiç bir şey, ha taş ha o. Ama yine de bir araya gelmek, kızlarımın ne hissedeceği hepsi beni heyecanlandırıyor ve biraz da endişelendiriyor. Oniki yılda babalarıyla beş- altı kez elektrikli iletişimlerimiz oldu , hepsi o kadar. Sabah yine telefonumun alarmı ile uyandım. Duşa girdim, kremlendim, parfümlendim, giyindim bir de makyaj. Aynaya son bir baktım ‘hala guzelsin’ diye geçirdim içimden. Kahvaltıya indim, yine abuk subuk ağır yağlı bir amerikan kahvaltısı. Bulabildiğim peynir ve ekmeği yedim, kahvemi içtim. Tam taksi çağıracaktım ki Nazlı aradı ‘ anneciğim biz Ecem ve babamla seni almaya geliyoruz’. Hayırdır İnşallah demek ki bu üç gün sürecek çok önemli zamanda aile olmaya karar vermiş. Ben de memnun oldum çünkü ayrılmış da olsak kızlarımızın önemli zamanlarında medenice bir araya gelmeyi öğrenmemiz lazım. Bekliyorum, kırmızı büyük bir araba kiralamış, her zaman gösterişli olmayı sevmiştir. Neyse kötü kalpliliğim tutmasın şimdi ‘adam efendice kızlarımızla seni almaya geliyor, aranma’ diyorum içimden. Arabaya biniyorum, ‘günaydın fıstıklarım, günaydın Cemal’.

niversitenin çok güzel gelenekleri var. Her yıl mezuniyet törenlerinden önce , eski mezunların törenleri oluyor. Çadırlar kuruluyor, yemekler yeniliyor, eskilerle yeniler derin sohbetler yapıyorlar ve geçit töreni oluyor. Her yer turuncu, herkes turunculu giyinmiş. Bu yılki en yaşlı mezun 1925 mezunu, tek başına kalmış tüm sınıf arkadaşları gökyüzünde bir yerlerdeler. Turuncu çiçeklerle süslenmiş bir golf arabasında kral edasıyla oturmuş, hiç hali kalmamış koluyla yol kenarında tezaruhat yapanlara el sallıyor ve bir çocuk saflığı ile güşlümsüyor herkese. Ne büyük mutluluk ve ne büyük inanç, hala mezunlar törenine katılacak gücü buluyor kendinde, kaba bir hesapla 107-108 yaşında felan olmalı. Eski mezunların geçit töreni 2011 mezunlarının da geçmesiyle son buluyor. 2012 ler henüz mezun değil. Onlar yarın mezun olacaklar. Nasıl heyecanlı ve coşkulu bir ortam bizim buralarda görmediğimiz türden.

Akşam yine otelime dönüyorum, bu kez kızları paylaşıyoruz. Biri benimle biri babayla kalıyor. Ertesi gün büyük gün Nazocuk mezun olacak ve dört yıl boyunca çıkmaları yasak olan daha doğrusu mezun olmadan çıkmanın uğursuzluk getireceğine inanılan ana bahçe kapısından çıkacaklar caddeye. Tam dört yıl bu kapıdan dışarı çıkmayı beklediler. Öyle bir kural ki, yazılı değil, cezası yok ama okul kurulduğundan beri yani yaklaşık 270 yıldır bozulmamış, mezun olmadan o kapıdan çıkmak yok. Bu inanış ve dört yıl sonunda o kapıdan akın akın caddeye çıkmak mezuniyete ayrı bir gizem katıyor. Çocuklar kendilerini sihirli bir kapıdan dünyaya açılmış hissediyorlar. Tıpkı Harry Potter da olduğu gibi çok gizemli, zaten burası Harry Potter ‘daki okula o kadar çok benziyor ki!

Ben her zaman ki gibi tören yerine erken geldim, randevularıma her zaman erken giderim, çok bekleyeceğimi ve hiçbir organizasyonun zamanında başlamadığını bildiğim halde her seferinde ya başlarsa deyip gider dikilirim ortalıkta. Önce bahçede Nazlı’yı aradım, işte orada canım kızım ,ne kadar da güzel, hoş, ışıl ışıl. Dünyayı değiştirmeye hazır. Her an müthiş bir şey yapabilir, saçtığı ışık insanda böyle bir izlenim yaratıyor . Kızlarıma her zaman ,dünyaya bir katkı sağlamadan gitmeyin derim. Bu okul da dört yıldır bunu fısıldadı durdu. ‘Dünyanın ve insanlığın iyi yönde gelişimine katkıda bulunmalısınız, geldiğiniz gibi gidemezsiniz ’.

Hemen fotoğraflarını çekiyorum, Nazlı ‘ anne git yer tut lütfen yoksa kötü yerler kalır’ diyor. Onu kucaklayıp öpüyorum ve tören alanının içine giriyorum. Bir gün önce dini törenlerin yapıldığı alanın yanında tüm bahçeyi kaplayacak şekilde beyaz sandalyeler dizilmiş aralarda yürüme yolları var, en ortada da geçitin yapılacağı geniş yol. Dünü hatırlıyorum tam hepimiz sandalyelere oturmuş üç büyük dinin birlikte yapılan törenini izliyorduk ki birden kovalarca yağan felaket bir yağmur başladı. Yağmur beklendiği için hepimize turuncu yağmurluklar vermişlerdi. Bir anda ortalık turuncu oldu ve hepimiz hiç istifimizi bozmadan sağnak yağmur altında töreni izledik. İster istemez yine aklıma memleketim insanı geldi, bizde olsa kesin kavga çıkar, yönetim sorumsuzluk ve hazırsızlıkla suçlanır tören iptal olur ,felaketler ardı ardına gelirdi. Burada binlerce insanın o yağmurun altında turuncular içinde töreni izlemeleri olağan üstüydü. Gelişmişlik bu muydu acaba? Yangına körükle gitmemek, bilakis sakince kontrol altına alınmasına katkıda bulunmak.

Tören alanının yanına kalabalık bir orkestra kurulmuş, klasik müzik çalıyorlar. Herkes çok şık, anneler, babalar, anneanneler, dedeler, kuzenler, halalar, amcalar, dayılar herkes orada. Gözüme güzel bir yer kestirdim ve gidip oturdum, Ecem ve babası için de yer tuttum. Oturduğum yerde kenarda bir ip geriliydi ve ipte beyaz kağıtlar asılıydı. Önce bir anlam veremedim, tören başladıktan sonra kağıtların öbür yüzünde ‘protokol’ yazdığını fark ettim. Farkında olmadan protokole oturmuşuz. Ondan yerimiz çok güzelmiş. Olsun iyi oldu, zaten oldum olası şu protokol işlerini hiç anlamam, insanların birbirinden ne farkı var ki, hepimiz çok önemliyiz. Önemsiz insan olabilir mi? Bunlar kırallık, padişahlık zamanından kalma kompleksler bence. Tören başlıyor ne olduğunu çıkaramadığım enfes bir müzik eşliğinde önce rektör, dekan ve öğretim üyeleri bölümlerini ve rütbelerini belirten rengarenk, değişik cüppe ve keplerle geçip yerlerine oturdular. Sonra 2012 mezunları gururla salına salına gelip orta bölümde tam sihirli kapı hizasında hazırlanmış özel bölümlerine yerleştiler. Nazlı geçerken hepimiz tezahüratlar yaptık, bol bol fotoğraf çektik. Çok öz ve anlamlı konuşmalar yapıldı, bazı öğretim üyelerine ödüller verildi . Sonunda tören bitti, bitmeden biraz önce Ecem tarihi anı görüntülemek üzere sihirli kapının dışında yerini aldı. Çocuklar büyük bir coşkuyla keplerini fırlattılar , bazı muzip çocuklar da şişme renkli toplar. Bazı çocuklar keplerini boncuklar , çiçeklerle süslemişlerdi, o kepler ve şişme balonlar görüntüye daha fazla neşe ve can katttılar. Bu çocuklar sanırım diğerlerine göre dünyaya daha etkili katkılarda bulunacaklar diye düşündüm o an. Görüntü muhteşemdi,patlayan flaşlar da eklenince enerji iyice yükseldi. Ardından mezunlar büyük bir coşkuyla sihirli kapıdan akın akın çıkmaya başladılar. Onları seyrederken gerçekten kapıdan geçen değişiyormuş, aydınlanıyormuş hissine kapıldım. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki, kimbilir belki de bu kapıda gerçekten bir iş olabilir diye düşündüm, sonra da kendime güldüm , nasıl da havaya girmiştim, herkes gibi.
Bir an kendi mezuniyetimi hatırladım, Hipokrat yemini ettik, ondan sonrasını hatırlamıyorum bile fotoğraflara bakıyorum, belleğimde mezuniyetim ile ilgili en ufak bir kayıt yok.

Hepimiz dağıldık, akşam Nazlı’nın en samimi arkadaşları ve ebeveynleriyle yemek yiyeceğiz. Otele gidip dinleniyorum, çocuklar yine babalarıyla beni almaya geliyorlar. Hepimiz çok şık ve güzeliz.. Nazlı’nın en sevdiği arkadaşlarına görücüye çıkacağız. Ben pek çoğu ile gidiş gelişlerimde tanışmıştım ama bu başka, aileler de tanışacak. Bu önemli arkadaşlıklar ömür boyu sürecek, bu yüzden bu tanışma çok önemli .

Çok şık bir İtalyan lokantasında bir bölüm ayırmışlar bizim için , ortam çok güzel. Anneler, babalar, çocuklar tanışıyoruz. Bir kaç tane de büyük anne ve büyükbaba var. Koyu sohbetler oluyor, yemekler nefis.

Kızımın mezuniyet törenleri üç gün sürüyor. Çok güzel geçiyor, çok...
Törenlerin ardından Nazlı’yla birlikte odasını paketliyoruz. Babası yatağını, yorganını ,kanepeni hepsini at, taşımaya değmez ben sana yenilerini alırım diyor. Kalanlar yirmibeş tane kartona ancak sığıyor, atılan kıyafetler de cabası. Onaltı metrekare alana bu kadar eşya nasıl sığmış hiç anlayamıyorum. Nazlı bir ay sonra işe başlayacak, kendi evini tutunca almak üzere eşyaları kuzenimin evine taşıyoruz.

Newyork’da kızlarımla dört gün daha geçiriyorum, bu sefer babaları yok, o törenden bir gün sonra dönüyor. Sonra eve dönüş. Sırada küçük kızımın mezuniyeti var, oda liseyi bitiriyor ve ablasının yanına üniversite okumaya gidecek.
İlham gelince bu mezuniyeti de sizinle paylaşacağım....

Sevil Öz 7.9.2012 - 00:23